NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ
مُحَمَّدِ
بْنِ حَنْبَلٍ
قَالَ
حَدَّثَنَا
أَبُو نُوحٍ
قَالَ
أَخْبَرَنَا
عِكْرِمَةُ
بْنُ عَمَّارٍ
قَالَ
حَدَّثَنَا
سِمَاكٌ
الْحَنَفِيُّ
قَالَ
حَدَّثَنِي
ابْنُ
عَبَّاسٍ قَالَ
حَدَّثَنِي
عُمَرُ بْنُ
الْخَطَّابِ
قَالَ لَمَّا
كَانَ يَوْمُ
بَدْرٍ
فَأَخَذَ
يَعْنِي
النَّبِيَّ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
الْفِدَاءَ
أَنْزَلَ اللَّهُ
عَزَّ
وَجَلَّ مَا
كَانَ
لِنَبِيٍّ أَنْ
يَكُونَ لَهُ
أَسْرَى
حَتَّى
يُثْخِنَ فِي
الْأَرْضِ إِلَى
قَوْلِهِ
لَمَسَّكُمْ
فِيمَا
أَخَذْتُمْ
مِنْ
الْفِدَاءِ
ثُمَّ
أَحَلَّ
لَهُمْ اللَّهُ
الْغَنَائِمَ
قَالَ أَبُو
دَاوُد سَمِعْت
أَحْمَدَ
بْنَ
حَنْبَلٍ
يُسْأَلُ عَنْ
اسْمِ أَبِي
نُوحٍ
فَقَالَ
إِيشْ تَصْنَعُ
بِاسْمِهِ
اسْمُهُ
اسْمٌ
شَنِيعٌ قَالَ
أَبُو دَاوُد
اسْمُ أَبِي
نُوحٍ
قُرَادٌ
وَالصَّحِيحُ
عَبْدُ
الرَّحْمَنِ
بْنُ
غَزْوَانَ
Ömer b. el-Hattabdan;
demiştirki:
Bedir günü Peygamber
(s.a.v.) (serbest bıraktığı esirler için) bir karşılık alınca, Aziz ve Celil
olan Allah;
“Yeryüzünde ağır bas (ıp
küfrün belini iyice kır) ıncaya kadar hiçbir peygamber'e esirler sahibi olmak
yaraşmaz.”[Enfâl 67.] ayetini "...Aldığınız (fidye) den dolayı size
mutlaka bir azab dokunurdu."[Enfâl 68.] ayetiyle birlikte indirdi. Sonra
Allah ganimetleri onlara helal kıldı.
Ebu Dâvûd der ki; Ahmed
b. Hanbel'e Ebu Nuh'un isminden soruldu da onun; "Onun ismini ne
yapacaksın? Onun ismi çirkin bir isimdir" diye cevap verdiğini duydum. Ebu
Nûh'un ismi "kuradadır. (Fakat onun isminin) doğrusu Abdurrahman b.
Gazvan'dır.
İzah:
Müslim, cihâd; Ahmed
b.Hanbel, I, 31.
Bedir savaşı
müslümanların zaferiyle neticelendikten sonra Hz.Peygamber esirler hakkında
Hz.Ebûbekir ve Ömer ile istişare etti. Bu istişare Müslim'in rivayetinde şöyle
anlatılıyor; "Müslümanlar esirleri aldıktan sonra, Rasûlullah (s.a.v.)
Ebû Bekir'le Ömer'e;
Bu esirler hakkında
rey'iniz nedir?" diye sordu. Ebû Bekir:
Ya Nebiyyallah! Bunlar
amca oğulları ve akrabadırlar; ben onlardan fidye almanın doğru olacağı
fikrindeyim. Bu suretle, kafirler üzerinde kuvvetimiz olur. Umulur ki Allah,
onları İslâm'a hidâyet buyurur, dedi. Müteakiben Rasûlullah (s.a.v.);
"Sen ne fikirdesin
ey Hattâb oğlu?" diye sordu. Ömer diyorki; Ben:
Hayır, vallahi ya
Rasûlullah, Ben Ebû Bekir'in fikrinde değilim. Lâkin ben, bize müsaade
buyursan da şunların boyunlarını vuruversek fikrindeyim. Ukay'le karşı Ali'ye
müsaade buyurmalısın ki onun boynunu vursun! Bana da filana karşı müsaade
buyurmalısın, ben de onun boynunu vurmalıyım. Zira bunlar küfrün imamları ve
eşrafıdırlar, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Ebu Bekir'in
söylediğine meyletti. Benim söylediğimi beğenmedi. Ertesi gün olunca ben
geldim. Bir de ne göreyim Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebû Bekir oturmuş
ağlıyorlar! Bunun üzerine ben;
Ya Rasûlallah, bana
haber ver; sen ve arkadaşın neden ağlıyorsunuz? Ağlayacak bir şey bulursam ben
de ağlarım, ağlayacak bir şey bulamazsam siz ağladığınız için ben de ağlar
görünürüm» dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.);
"Bana senin
arkadaşlarının teklif ettiği fidye alma meselesine ağlıyorum. Gerçekten
onların azapları bana şu ağaçtan daha yakın bir şekilde arz olundu." dedi
ve yakın bir ağaca işaret etti.[Müslim, cihad]
Mevzumuzu teşkil eden
Ebû Dâvûd hadisinden anlaşılıyor ki, Bedir esirlerine uygulanacak muamele
hakkında çıkan bu farklı görüşlerin ortaya çıkması üzerine Yüce Allah, "yeryüzünde
ağır bas (ip küfrün belini iyice kır) ıncaya kadar hiçbir peygambere esirler
sahibi olmak yakışmaz. Siz, geçici dünya malım istiyorsunuz, Allah ise (sizin
için) ahireti istiyor. Aliah daima üstün ve hikmet sahibidir.” (İslâm iyice
yerleşip küfür ezilmedikce, sizin esirleri tutup onlardan fidye almayı
beklemekle uğraşarak vakit kaybetmeniz doğru değildir)
"Eğer Allah'tan
(yanılma ile verilen hükümlerden ötürü azabetmemek hakkında) bir yazı geçmemiş
olsaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azab dokunurdu."
(Ama Allah, islam için çarpışan sizleri desteklemeye ve korumaya söz
vermiştir. Bunun için size azab etmeyecektir)[Enfâl 68] ayet-i kerimesini
indirmiştir.
Hz. Peygamberin Bedir
esirleri hakkında böyle bir istişarede bulunması bazı hadis kitaplarında şöyle
anlatılıyor;
"Rasûlullah
(s.a.v.) buyurdu ki: Cebrail, kendisine inerek şöyle dedi: "Onları -yani
ashabını- Bedir esirleri hakkında muhayyer kıl; ya öldürülmelerini veya gelecek
yıl kendilerinden onlar kadar öldürülmek şartı ile fidyeyi ihtiyar
etsinler." Ashab, "fidyeyi ve bizden de öldürülmesini ihtiyar
ediyoruz." Dediler.[Tirmîzi, siyer]
Görülüyor ki
Tirmizi'nin rivayeti ile Müslim'in rivayeti arasında zahirde bir çelişki
mevcuttur. Şöyle ki, Allahu Teâlâ hazretleri, Cebrail (a.s) aracılığıyla
müslümanları, esirleri öldürmekle fidye karşılığında serbest bırakmak arasında
muhayyer bırakmışla bu tercihlerden her ikisinin de mubah olması gerekirdi ve
dolayısıyla, esirleri fidye karşılığında bırakma yolunu tercih ettiklerinden
dolayı mesul tutulmamaları gerekirdi.
Oysa Müslim'in
rivayetinde, bu yolu tercih eden müslümanların mes'ul oldukları ve bu yüzden
hak ettikleri azabın Hz.Peygambere çok yakından gösterildiği ifâde
edilmektedir. Ulemâ bu meseleyi şöyle açıklamışlardır. Bu tercihi yapmalarından
dolayı azaba müstehak olanlar, bu tercihe katılanların tümü değildir. Sadece
dünya menfaati temin etmek gayesiyle bu tercihe katılanlardır. Fakat, esirleri
ve onların nesillerini kazanmak, rahmet yoluna sarılmak, esirlerden alınacak
mallarla müslümanları düşmana karşı daha güçlü hale getirmek gibi sebeplerle,
bu tercihe katılanlar, tercihlerinden dolayı sorumlu değillerdir. Metinde bu
mevzu ile indiği ifade edilen; "...sîz, geçici dünya malını istiyorsunuz.
Allah ise (sizin için) ahircti istiyor..."[Enfâl 67] ayet-i ke-rimesiyle
kasdedilenler, dünya menfaati elde etmek gayesiyle bu tercihe katılanlardır.
Bedir savaşına katılanların büyük çoğunluğu bu sorumluluğun dışındadır.
Hz.Fahr-i kainat ile, Ebû Bekr Sıddık'ın bu tercihe katılmala-rındar dolayı
mesul olmaları ise asla sözkonusu değildir.
Hz. Pey amberin, bu
tercihe katıldıklarından dolayı mesul olan kişiler hakkında ağlaması ise
onların bu günahlarının bağışlanması için olmuştur ve Yüce Allah sevgili
peygamberinin döktüğü gözyaşları neticesinde onları azaba çarptırmayacağını ve
küfrün belini kırıp düşmanı tamamen mağlup etmeden hiçbir peygamberin elinde
esirler bulundurarak bunların karşılığında fidye almasının doğru olmadığını,
bunun ancak kafirleri zelil, müslümanlan aziz kıldıktan sonra meşru
olacağını[bk. Yazır M.Hamdi, Hakdini kuran Dili, IV, 2432.] bildirmiştir.
İbn Kayyım
el-Cevziyye'nin ifâde ettiğine göre ulemâ Bedir esirlerini kılıçtan geçirme,
ya da fidye karşılığında serbest bırakma şıklarından hangisinin daha isabetli
olduğunda ihtilafa düşmüş, bir kısmı kılıçtan geçirilme şıkkını tercih ederken
bir kısmı da fidye karşılığında serbest bırakılmaları şıkkını tercih etmeştir.
Bu ikinci şıkkı tercih edenler, şu gibi sebeblerden dolayı bu görüşü tercih
etmişlerdir:
1. Çünkü daha sonra
hüküm bu görüş üzerinde karar kılmıştır.
2. Enfal suresinin 68.
ayetinde ifade edilen, Allah'ın ezeli yazgısına uygun düştüğü ve bu uygulama
müslümanlara helal kılındığı için,
3. Allah'ın gazabına
galip gelen rahmet sıfatına uygun düştüğü için,
4. Hz.Peygamberin bu
görüşü tercih eden Hz.Ebu Bekir'i Hz.İbrahim ve İsaya (a.s.) benzettiği için,
5. Sözkonusu esirlerin
fidye karşılığında serbest bırakılmaları pek çok kimselerin müslüman olmasına vesile olduğu için,
6. Elde edilen fidyelerle
müslüman mücâhidler takviye edildikleri için,
7. Allah ve Rasûlü bu
görüşü tercih ettikleri için.
Yine metinde geçen
"...sonra Allah ganimetleri onlara helal kıldı..." cümlesiyle, daha önce
yaşayan ümmetlere ve peygamberlere ganimetleri yemenin haram olduğu, ganimet
yemenin ancak ümmet-i Muhammed'e helal kılındığı İfade edilmek istenmiştir.
Çünkü geçmiş ümmetler ele geçirdikleri ganimetleri yiyemezlerdi. Nitekim,
"...Eğer Allah'dan bir yaa geçmemiş olsaydı size mutlaka büyük bir azab
dokunurdu..."[Enfâl 68.] ayet-i kerimesiyle bu gerçeğe işaret edilmiş ve;
"...Artık elde ettiğiniz ganimetleri helal ve temiz olarak
yeyin..."[Enfâl 69] ayet-i kerimesiyle ganimetlerin bu ümmete helal kılındığı
açıkça ifade edilmiştir.
Esirlerin mal
karşılığında bırakılması hakkında fıkıh ulemâsının görüşlerini bir önceki
hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.